‘YARATıCıLığıN ZAMANı DA YOK, TAKVIMI DE’

Halk üretimleri çağdaş sanatçıların eserleriyle buluştu, nehrin üzerinde bir salda geçmiş ve gelecekle ilgili düşünceler dile getirildi. Türkiye’nin gözbebeği Baksı Müzesi’nde geçen hafta yaşananları Prof. Dr. Hüsamettin Koçan’la konuştuk: “Gelecek nerede biliyor musun? İnsanın, insan için, doğa için, barış için çaba sarf ettiği yerde.”

Bayburt’un 45 kilometre dışında, Çoruh Nehri’ne bakan bir tepenin üzerine kurulu Baksı Müzesi şu sıralar ‘Gel Zaman Git Zaman’ sergisine ev sahipliği yapıyor. Bu serginin özelliği müzeye bağışlanan eserlerden oluşan seçkiyi halk kültürü üretimleriyle bir araya getirmesi. Sanatta hiyerarşiye, alt ve üst sanat ayrımlarına karşı çarpıcı bir yanıt niteliği taşıyan sergiye Çoruh Nehri üzerinde bir salda düşünürler ve sanatçılarla yapılan ‘Akarsu Üzerinde Konuşmalar’ serisi eşlik ediyor. Kasım sonuna kadar açık olan serginin küratörlüğünü Ayça Okay’la birlikte üstlenen, müzenin kurucusu Prof. Dr. Hüsamettin Koçan’la konuştuk. Prof. Dr. Koçan resimden heykele, videodan seramiğe 100’den fazla eserin olduğu sergiyi ve Baksı Müzesi’nin felsefesini oluşturan değerleri anlattı.

Sergide çok sayıda eser var. Seçkiyi yaparken nelere dikkat ettiniz?

Bizim aslında çok geniş bir koleksiyonumuz var. Biliyorsunuz bunların hepsi de müzeye bağışlanan eserler. Bu sergide de savunduğumuz ana fikre katkı sunan işleri kullandık. Bir de tabii isimsiz, halk sanatı ürünleri var. Çünkü halk kültürünü sanat saymama eğilimini doğru bulmayan bir kuruluşuz. İnsan doğduğu günden itibaren “Ben buradayım” der. Ve bunu ifade etme araçlarının en önceliklisi yaratıcı faaliyetlerdir. Bunları yapanların hepsi yaratıcı eylem içindedir. Ve de bu dünyaya bir şeyler ilave etmek isterler. Bu da sanatçı davranışıdır. Adına zanaatkâr da desek, başka bir şey de desek sonuç olarak onlar yaratıcı zincirin dönemsel halkalarıdır. Yani yaratıcılığın zamanı da yok, takvimi de.

Her insan yaratıcı mıdır?

Bütün insanların yaratıcı olduğunu da iddia edemeyiz tabii ki. Hatta yaratıcı faaliyetlerin günümüzde çok tartışmalı bir biçimde bir pazarın güdümüne epeyce teslim olduklarını ve o pazarın meşrulaştırma araçlarını çokça kullandıklarını düşünüyorum. Bu yüzden özgün ve bedel ödemeye hazır, maddi dünyanın cazibesinin dışına çıkıp bu dünyaya bir şey ilave etmek için risk alan insanları bir araya getirmek istiyoruz. Mesela bir camiden çıkmış sütunlar var. Ben onları eski, etnografik bir ürün diye mi sergileyeyim, yoksa heykel diye mi? Doğrusunu isterseniz heykeldir onlar. Onları yan yana getirirseniz başka anlamlar da çıkar altından. Kaligrafik yazılar da var. Her biri kendi içinde bir şeyler anlatıyor. Son derece özgün.

Halk kültürü üretimlerini ilk kez sergilemiyorsunuz...

Ben uzun süre Anadolu halk resimlerini araştırdım. Yani bu kanaatlerim bir günde oluşmadı. O süreçteki karşılaşmalar bunu bana söyletiyor. Daha önce Alev Ebüzziya’nın sergisini açtık. O sergide de çömlekçi Yeter Bacı’nın üretimlerini sergiledik. Biz bu buluşmaları çok sempatik buluyoruz. Çünkü bir hiyerarşi arayışı içinde oluyor insanlar. Biz o hiyerarşiye doğrusunu isterseniz bu yöntemle, bu malzemeyle cevap veriyoruz.

Serginin ismi neden ‘Gel Zaman Git Zaman’?

Biliyorsunuz masal anlatıcıları “Gel zaman git zaman” diyerek bir es verirler anlatımlarına, merak uyandırırlar. Sonra devam ederler. Olaydan olaya geçmek için kullandıkları bir bağlaçtır. Aslında zamanın gelip geçici olduğunu da söyler bu deyiş.

 

‘BIRAKALIM, AKSIN VE GİTSİN DÜŞÜNCE’

Sergiyle birlikte Çoruh Nehri üzerinde konuşmalar gerçekleşti, değil mi?

Nehri bir metafor olarak aldık. Ve nehir bütün bu zamanların hepsini temsil ediyor. Bulunduğunuz yer şimdi, arkanızda gelmekte olan su gelecek. Sizden öteye geçmiş olan su da geçmiş oluyor. Geçmiş kime aittir? Mesela geçmiş sorgulamasını insanlar çok fazla yapmıyorlar. Geçmişe dün, evvelsi gün, doğum, ölüm, evlenme tarihleri diye bakıyorlar. Uygarlıklarsa bunu böyle yapmıyor. Uygarlıklar büyük iz bırakıyorlar, büyük destanlar yazıyorlar ve onlar gelecek kuşaklara birikimlerini ve deneyimlerini aktarıyorlar. Onun için geçmiş kime aittir sorusunun cevabını ararken -di’li, -miş’li geçmişin ötesine varan bir insanoğlu hikâyesinin toplamını görüyoruz. Bütün bunları alt alta koyduğunuzda büyük bir külliyat yapıyor. Onun için de o geçmiş kime aittir sorusu aslında bizim Türkiye’de uzun yıllardır cevabını vermediğimiz, vermek istemediğimiz bir sorudur diye düşünüyorum, onu tartıştık.

Bu konuşmalardan biri de gelecek üzerineydi. Sizce gelecek nerede?

Gelecek; insanın, insan için, doğa için, barış için çaba sarf ettiği yerde. Bu yüzden de o geleceği aramak ve onun yanıtlarını bulmak da doğrusunu isterseniz zaman akışının çok önemli bir parçası.

Son olarak, neden oturumları bir sal üzerinde gerçekleştirdiniz?

Düşünceyi özgür alana çıkarmak için. Oturup tartıştığımız yerler genelde toplantı salonları olur ve bu da insanda baskı yaratır. Bırakalım, aksın ve gitsin düşünce. O salın üzerine çıkmak ve orada bir konuyu tartışıyor olmak bence yeni düşüncelerin de doğmasına neden oldu.

2024-06-16T04:01:58Z dg43tfdfdgfd