BAğNAZLığıN KARA CAMı…

Geçenlerde kendisine verilen Yayın Özgürlüğü ödülünün törenine bir video mesajla katılan Salman Rushdie'nin gözlüğünün bir camı karaydı. Aylar önce uğradığı bıçaklı saldırı sonucunda bir gözü görme yetisini yitirdiği için…

"Batı'daki ifade özgürlüğü kritik bir dönemeçte ve tehdit altında. Ben şimdi ABD'de yaşadığıma göre, kütüphanelere ve okullardaki çocuk kitaplarına yöneltilen olağanüstü saldırıları görmezden gelemem. Kütüphane kavramının kendisine karşı bir saldırı bu. Son derece kaygı verici; bunun tümüyle farkında olmamız ve buna karşı çok sıkı bir mücadele vermemiz gerekiyor…"

Kısa bir süre önce Britanya'daki Booker Ödülleri töreninde, durmadan karşılaştıkları tehditlere karşın hoşgörüsüzlüğe karşı tutum takınan yazarların, yayıncıların ve kitabevi sahiplerinin kararlılığına verilen Yayın Özgürlüğü ödülüne değer görülen Salman Rushdie törene gönderdiği video mesajda böyle diyordu. Bununla da yetinmiyor, Roald Dahl ve Agatha Christie gibi yazarların yapıtlarının, sözümona çağdaş duyarlıklar adına değiştirilmeye kalkışılmasına karşı çıkıyor, her kitabın bize kendi döneminden geldiğini ve kendi döneminde yazıldığını söylüyor, "Beğenmiyorsanız okumayın, başka bir kitabı okuyun," diyordu.

Rushdie, video mesajında her zamanki gibi gözlüklüydü, ama gözlüğünün bir camı kapkaraydı. Çünkü dokuz ay kadar önce New York'taki bir edebiyat şenliğinde konuşurken bir suikastçı tarafından ensesinden ve karnından bıçaklanan yetmiş beş yaşındaki yazarın bir gözü görme yetisini yitirmişti. Gözlüğünün kara camı düşünce ve yazma özgürlüğüne karşı gösterilen hoşgörüsüzlüğü simgeliyordu bir bakıma.

Saldırı, tam da, Rushdie'nin ABD'nin tehditler karşısında sürgüne gelen yazarların "sığınağı" olduğunu söylediği sırada gelmişti. Onu yalanlarcasına…

* * *

Hızlı bir geriye dönüşle 1980'lerin sonlarına gidersek, Rushdie'nin 1988'de yayımlanan Şeytan Âyetleri adlı romanı bazı Müslümanlarca İslamiyete hakaret olarak nitelenmiş, çeşitli ülkelerde yasaklanmış, kimi ülkelerde kitabı vitrinlerine koyan kitabevleri saldırıya uğramıştı. Bir yıl geçmeden de İran İslam Cumhuriyeti'nin dinsel önderi Ayetullah Homeyni, Rushdie hakkında ölüm fetvası çıkarmış, başına 3 milyon dolar ödül koymuştu. Yazar, o yüzden, on yıl kadar gizlenerek ve Scotland Yard'ın koruması altında yaşamak zorunda kalacaktı.

* * *

Şeytan Âyetleri yayımlanır yayımlanmaz başta Hindistan ve Pakistan olmak üzere birçok İslam ülkesinde yakılmış ve yasaklanmış, yazarın doğduğu ülkedeki gösterilerde on iki kişi öldürülmüştü. Bu kadarla da kalmamış, kitabın çevirmenleri de saldırıya uğramıştı. Şeytan Âyetleri'ni İtalyancaya çeviren Ettori Capriolo ve Norveççeye çeviren William Nygaard sağ kurtulmuşlar, ama Japoncaya çeviren Hitoşi İgaraşi aldığı bıçak yaralarından kurtulamamıştı.

Bir zamanlar Bernard Shaw, suikastin sansürün en aşırı biçimi olduğunu söylemişti. Evet, burada, bir kitabı yasaklamakla yetinmemek, o kitabın yazarını ve çevirmenlerini de fiziksel olarak yok etmeye kalkışmak söz konusuydu.

* * *

O günlerden bu yana Şeytan Âyetleri Türkiye'nin de aralarında bulunduğu pek çok ülkede yayımlanamıyor. Romanın 1993 yılında Aziz Nesin'in girişimiyle Aydınlık gazetesinde tefrika edilmesi tutucu çevreler ve kurumlar tarafından tepkiyle karşılanmış ve yarım kalmıştı. Bildiğim kadarıyla, Bakanlar Kurulu'nca alınan yasak sürüyor; kaldı ki, Rushdie'ye saldırıların bugün bile sürüyor olması, kitabın çevrilmesini de, yayımlanmasını da olanaksız kılıyor. Burada, sansürün üvey çocuğu otosansür devreye giriyor. Geceyarısı Çocukları, Harun ile Öyküler Denizi, Floransa Büyücüsü, Ayaklarının Altındaki Toprak, Utanç, Doğu Batı, Mağriplinin Son İç Çekişi, Soytarı Şalimar, Altın Ev, İki Yıl Sekiz Ay Yirmi Sekiz Gece, Öfke gibi pek çok yapıtı yayımlanmasına karşın, Şeytan Âyetleri yayımlanamadığı gibi, özgürce tartışılamıyor da.

* * *

Homeyni'nin ölüm fetvasının duyurulduğu günü bugün gibi anımsıyorum. Cumhuriyet gazetesinin kültür sayfasında haberini yapmıştım. Satanic Verses'ın Türkçede ne anlama geldiğini pek çok gazeteci bilmiyordu. Rushdie'nin kitabını "Şeytansı Dizeler", "Şeytani Dizeler", "Şeytani Mısralar" gibi adlarla vermişlerdi. İtiraf edeyim, başlangıçta ben de bilmiyordum; neyse ki, İslam tarihini bilen birkaç kişiye danışmayı akıl etmiştim de, romanın adının Şeytan Âyetleri diye çevrilmesi gerektiğini anlamıştım.

"Şeytan Âyetleri", İslam tarihinde gerçekten de en tartışmalı konulardan biriydi. Bir yoruma göre, Hz. Muhammed tarafından önce vahiy olarak açıklanan, daha sonraları ise Şeytan denen varlık tarafından kulağına fısıldandığı ileri sürülerek Kur'an-ı Kerim'den çıkartıldığı söylenen âyetlerdi bunlar. "Şeytan Âyetleri" olayını aktaran pek çok kaynak olduğu gibi, pek çok farklı rivayet de vardı.

Rushdie'nin adını bir anda dünyaya duyuran Şeytan Âyetleri'nde ise düşsel bir peygamber olan Mahound'a Tanrı tarafından indirilen sözleri, yine düşsel bir yazıcı olan Salman değiştiriyordu. Bunu Hz. Muhammed'e yapılan bir gönderme olarak yorumlayan, dolayısıyla İslam'a karşı bir küfür sayan Müslümanlar, kitaba ve Rushdie'ye çok büyük bir tepki göstermişlerdi.

* * *

Bir an için konudan uzaklaşmak pahasına, Salman Rushdie'nin adının bizde nasıl yazılacağına ilişkin anlaşmazlığa da değinmek isterim. Kimileri Salman Rushdie diye yazıyor, kimileri de Selman (ya da Salman) Rüşdȋ diye. Evet, "Rushdie" aslında "Rüşdȋ" demek. Babası, İslam'ın Altın Çağı sayılan on birinci yüzyılda Endülüs'ün Córdoba kentinde yaşamış olan felsefeci, hekim, matematikçi ve Aristoteles yorumcusu İbn Rüşd hayranı olduğu için, zamanında Rüşdȋ soyadını almış. Gel gör ki, Hindistan'ın eski adıyla Bombay, yeni adıyla Mumbai kentinde doğan Salman Rushdie yıllardır İngiltere ve ABD yurttaşı; kitaplarında ve yazılarında "Salman Rushdie" adını kullanıyor, bütün dünyada bu adla biliniyor. Tamam, Rushdie'nin Rüşdȋ anlamına geldiğini bilelim; ama adam kendi adını nasıl yazıyorsa bizim de buna uymak zorunda olduğumuzu düşünüyorum. Nitekim, Can Yayınları'ndaki tüm kitapları da Salman Rushdie adıyla yayımlanıyor.

* * *

Bu kısa "sapma"dan sonra konumuza dönersek, Rushdie'nin uğradığı son saldırıdan önce tamamladığı yeni romanı Victory City (Zafer Kenti) geçenlerde yayımlandı. Henüz okumadım. Ama daha önceki birçok kitabı gibi Zafer Kenti'nin de büyülü gerçekçilik ya da düşsel gerçekçilik tarzında olduğu anlaşılıyor. Tohumlardan bir kent yaratan ve 247 yaşına kadar yaşayan bir tanrıçanın öyküsü. Ama yazarın gözü yine doğduğu ülkenin üzerinde ve Hindistan'daki bugünkü yönetimi hedef almaktan kaçınmıyor. On dördüncü yüzyılda Hindistan'ın güneyinde geçen romanın iktidarın kötüye kullanılmasının ve bağnazlığın lanetinin bir alegorisi olarak da okunabileceğini söylüyor. Nitekim, New Yorker dergisinde yayımlanan son söyleşisinde Hindistan başbakanı Narendra Modi için söyledikleri çok düşündürücü:

"Modi hükümeti çok popüler. Arkasında çok büyük bir destek var. Bu da yaptıklarının yanına kâr kalmasını ve azınlıklara acımasızca davranan, gazetecilere büyük bir baskı uygulayan bu zorba yönetimi yaratmasını mümkün kılıyor… Buna demokrasi demek gittikçe zorlaşıyor…"

* * *

Rushdie, yıllardır kitabına ve bedenine yöneltilen saldırılara karşın, edebiyatın büyülü ve düşsel dünyasında gezinmeyi, o düşler arasında hayatın gizlerini açımlamayı sürdürüyor. Sanatın hoşgörüsüzlükleri, bağnazlıkları kıran sağaltıcı gücüne sığınarak…

Celal Üster kimdir?

Celal Üster, İngiliz Erkek Lisesi ve Robert Academy'yi bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde öğrenim gördü. 1983'te George Thomson'ın Tarihöncesi Ege adlı yapıtının çevirisiyle Yazko Çeviri dergisinin Azra Erhat Çeviri Ödülü'ne değer görüldü. Aralarında Yeni Dergi, Aries, Sözcükler ve Notos'un da bulunduğu birçok dergide çevirileri yayımlandı.

Belgelerle Türk Eczacılığı, National Geographic Fotoğraflarıyla İstanbul, Metropolis: Ana Tanrıça Kenti, Unforgettable/Unutulmaz Dizisi, Ortak Kültürel Miras: Birlik İçinde Çokluk gibi kitapları yayına hazırladı.

Uzun yıllar Cumhuriyet Gazetesi Kültür Editörlüğü'nü, ilk yayımlandığı yıllarda Cumhuriyet Kitap'ın, 1996-2005 arasında P Dünya Sanatı Dergisi'nin, 2003-2008 arasında Can Yayınları'nın yayın yönetmenliğini üstlendi. “Yeryüzü Kitaplığı” yazılarını Radikal Kitap'tan sonra Cumhuriyet Kitap'ta sürdürdü.

Robert Louis StevensonH. G. Wells, Jaroslav HašekJames JoyceLiam O'FlahertyGeorge OrwellJuan RulfoIris MurdochRoald DahlJorge Luis BorgesJohn Berger gibi yazarların yapıtlarının yanı sıra Marx ve Engels'in Komünist Manifesto'su ve Lenin'in Devlet ve Devrim'i gibi Marksist klasikleri dilimize kazandırdı.

Ünlü yazarlardan özlü sözleri Sözün Özü, eski ozanlardan aşk şiirlerini Aşk Olsun! adlı kitaplarda bir araya getirdi. İngiliz ve Amerikan Edebiyatında Kısa Öykünün Büyük Ustaları adlı bir antoloji hazırladı. Körün Taşı ve Bir 'Çevirgen'in Notları adlı kitapları yayımlandı.

]]>

2023-06-02T21:07:54Z dg43tfdfdgfd