FARKLı DüşüNMEM YüZüNDEN HEP DUVARLARA çARPTıM

Özgün ve özgür bir yazar Mine Söğüt. Yazıları ile okuyucuyu sarsan, kurulu sistemlerin, dayatılan düzenlerin ve şablonların dışından bakan, tutarlılık peşinde olan, çok düşünen, irdeleyen ve çoğu zaman pek de hoşa gitmeyen tespitlerde bulunmaktan çekinmeyen, ‘kim ne der’ e bakmayan, müthiş bir yazar kendisi.

 

‘Öteki’ kavramını üzerinde durduk. ‘Kadın olmak nedir bilmem ben’ diyor çünkü önceliği olan ‘birey’ kavramının hakkını veriyor. Gazetecilik yıllarının başında yaşadığı sıkıntılara dönüp baktık. Aynı yerde uzunca süre duramayan, karavanı ile mobil yaşayan, hayata her açıdan bakma yüreğine sahip güzel insan Mine Söğüt’ün cevaplarını kelimesi kelimesine okumanızı tavsiye ediyorum.

Yüzde Yüz İlham Veren Sohbetler’de cesur, dingin, sarsıcı, çok özel gazeteci-yazar MİNE SÖĞÜT ile hepimize ‘ilham’ olacak ‘bayram’ tadında bir sohbet gerçekleştirdik. Keyifli okumalar!

 

“BENİM İÇİN TUTARLILIK ÇOK ÖNEMLİ”

- WhatsApp'ta gördüm ‘Kim bilir neredeyim?’ yazıyor. Babanız da asker olduğu için çok uzun süre bir yerde kalmamışsınız, öyle değil mi?

MİNE SÖĞÜT: Evet bu doğru, doğduğumdan beri sürekli yer değiştiriyorum.

 

- Peki ‘Kim bilir neredeyim?’ sorgulaması manevi anlamda bir arayışın sorusu mu?

MİNE SÖĞÜT: Hayır, bu lokasyonla ilgili bir şey yoksa aksine, nerede olduğumu gayet iyi bilirim. Manevi olarak ‘Ben neredeyim’ duygusu bende pek yok. Sadece çok yolculuk yapıyorum. Yedi ayrı ilkokulda okudum. Şimdi de çok seyahat ediyorum ve bu durum benim çok hoşuma gidiyor. ‘Mine şu an nerede?’ diye bir soru var herkeste…

 

- Her yere karavan ile gidiyorsunuz, gezgin bir ruha mı sahipsiniz?

MİNE SÖĞÜT: Evet, gezmeyi seviyorum. Uzun süre bir yerde durmak çok cazip değil benim için.

 

- Aslında birçok kişinin savrulduğu bu çağda nerede olduğunuzu biliyor olmanız ne kadar kıymetli! Şu anda doygunluk noktasında mısınız?

MİNE SÖĞÜT: Keşke. Doygunluk noktasında olmak şahane olurdu. Ama insan sorularla, bilinmezliklerle dolu. Kafanız hep karışık. Ama benim için tutarlılık çok önemli. Neden-sonuç ilişkileri, bağlantılar, devamlı bunları düşündüğüm bir yerdeyim. Tutarlılık üzerinden değerler belirlemeye çalıştığım, her şeyi çok ama çok fazla düşündüğüm bir yerdeyim.

 

- O zaman değişime çok açık değilsiniz demek mi oluyor?

MİNE SÖĞÜT: Aksine tutarlılık değişime daha çok açık çünkü tutarlı olmak istediğiniz, gerçekten olaylar ve meseleler arasında ilişkiler kurduğunuz zaman, şablonların dışına çıkıyorsunuz. Asıl hazır sonuçlara adapte olursanız, o zaman hiçbir şey değiştirmiyorsunuz. Tutarlılık peşine düşüp de, bir şeylerin arasındaki bağlantıları düşünmeye başlayınca düşünceleriniz hiç stabil olamıyor. Devamlı değişiyorlar ve hesaplanamayan, bazen de hoşa gitmeyen yerlere kadar gidebiliyor.

 

- Ne kadar kıymetli ve bu şekilde de kendi şablonunuzu, kendi sınırlarınızı kendiniz belirliyorsunuz…

MİNE SÖĞÜT: Mümkün olduğunca buna gayret ediyorum. Tamamen yapmak zaten mümkün değil. Sistemin içinde yaşıyorsanız, bir nüfus kağıdınız, kredi kartınız varsa iyi ya da kötü bir kalabalığa ait olarak yaşıyorsanız. Farklılığınızı bir yere kadar koruyabiliyorsunuz. Bunun için çaba sarf etmek de, bunu önemsemek de bence ciddi bir mesele.

 

“SİSTEMİN İSTEDİĞİ BİRİ OLURSANIZ

‘ÖTEKİ’ DEĞİL, ZAVALLI OLUYORSUNUZ!”

 

- Yazılarınızda, kitaplarınızda genel olarak ‘öteki’yi çok başarılı bir şekilde gözlemliyorsunuz. ‘Öteki’ kavramını açabilir misiniz?

MİNE SÖĞÜT: Aslında adres ister istemez ‘öteki’ye çıkıyor çünkü ben hep bir ‘neden’ sorusundan yola çıkıyorum ve aklımın almadığı şeyler üzerine yazıyorum. ‘Neden bu böyle?’ dediğim zaman ve soru sorduğum, aslında başka türlüsünün mümkün olduğunu düşündüğüm meselelerin kahramanları hep ‘ötekiler’ oluyor. Eğer hayatı mağduriyet üzerinden düşünürseniz yani egemen bir kültürün ya da iktidarın suçlarını bir mağduriyet üzerinden okumaya çalışırsanız, bu sistemi idare ederken ‘kimleri, neleri, nasıl harcıyor?’ sorularına bakmak zorunda kalıyorsunuz. Mağdur da hep ‘öteki’ çünkü eğer sisteme uyarsanız ve sistemin istediği gibi biri olursanız ‘öteki’ olmuyorsunuz ama başka bir zavallı oluyorsunuz.

 

- Bana göre çok güzel bir tarzınız var ama ülkemizde çok rastlanan bir tarz değil. Bu bir baş kaldırma mı?

MİNE SÖĞÜT: Başkaldırmak için değil, sadece kendim istediğim, beğendiğim için böyleyim. ‘Başkası ne der?’ fikri yok bende. Bu tarz aslında beni de toplumun gözünde “ötekileştiriyor” ama bende bir “öteki” algısı olmadığı için bunun üzerinde bile durmuyorum. Hatta gazetecilik yaparken, ya da yazacağım bir metin için şehrin kuytularına girmem gerektiğinde farklı görünmem çoğu zaman işe bile yarıyor. Normalde sokağa ait olan, karanlıklarda yaşayan, çok zor konuşacak, kapısını bir gazeteciye zor açacak kişiler beni “tehlikesiz” ve “merak uyandırıcı” bulup iletişimde daha açık olabiliyorlar.

 

“GAZETECİLİĞİN DEĞİŞTİĞİ

DÖNEMLERE DENK GELDİM”

 

- Peki mesleğinizde özellikle ‘kadın’ olmanın ya da bazı şeyleri ifade edebilmek için biraz daha ‘sivri dilli’ olmanın dezavantajlarını yaşadınız mı?

MİNE SÖĞÜT: Hayır, hiç yaşamadım çünkü ben bir kadın olarak büyütülmedim. Evde daha çok ‘birey’ olarak yetiştirildiğim için “kadın” olmak nedir bilmem. Kadın olmanın dezavantajlarını da, olduysa bile fark etmemiş olabilirim. 90'lı yıllarda başladığım gazetecilik mesleğinde durum -edebiyat için diyemem, o daha farklı bir alan- bugünden çok farklıydı. Kadın olmaktan ziyade, farklı düşünmem yüzünden hep duvarlara çarptım. O zamanlar direkt okuyucu ile karşı karşıya değildim, muhabirdim. Medyada etik ve mesleki değerlerin hızla değiştiği dönemlere denk geldim. Bugün yakındığımız gazeteciliğin temellerinin atıldığı zamanlardı. Bugünkü sorunlu gazeteciliğin mimarları tam da benim o zamanlara denk geliyor. O yüzden ben kadınlığımla ilgili değil, düşünce şeklim ve bakış açımla ilgili daha çok sorun yaşadım.

 

- Ne gibi sorunlardı?

MİNE SÖĞÜT: 90'lı yılların yükselen değerlerinin medya tarafından pazarlandığı ve araştırmacı-gazetecilik yerine “oyalayıcı” bir gazeteciliğin empoze edildiği dönemdi.

 

- Ama aynı dönemde Duygu Asena'ların da ortaya çıktı bir dönemdi.

MİNE SÖĞÜT: Evet ama o zamanlar Duygu Asena'nın, kadınların ön plana çıkması, tüm bunların pazarlanma şekli aslında kıymetli değil hafifletici şeylerdi! Serbest piyasa ekonomisi ile birlikte serbest piyasa gazeteciliği geldi. Bu bizim usta olarak gördüğümüz, kıymet verdiğimiz, siyasi ya da araştırmacı gazeteciliği gölgede bırakan bir durum oldu. Daha popüler, daha sansasyonel olsun, daha çok okunsun diye yapılan haberlerle –bu eskiden de yapılırdı ama onun yeri belliydi- yer değiştirdi. Ben o kötü sürecin başında gazeteciliğe başladım; o yüzden de çok zorlandım.

 

‘AHLAK BELANIZI VERSİN’

 

- Tam da bu konuların işlendiği, çok keyifli bir atölyeniz var. Atölyenizden bahsedebilir misiniz?

MİNE SÖĞÜT: ‘Ahlak Belanızı Versin’ diye bir atölye yapıyorum. Çok sevdiğim bir atölye. Basın ahlakı ile bireyin ahlakı arasındaki paralelliği işliyoruz.

 

- Ben baş kaldıran bir atölye kokusu alıyorum…

MİNE SÖĞÜT: Evet, orası epey yıkıcı bir atölye. İçeriğini tam anlatamıyorum çünkü bilmeden gelmek gerekiyor. Çeşitli dönemlerden gazete yazıları okuyoruz. İki bölümden oluşuyor. İlk bölümde dönemsel olarak 50'lerde, 60'larda ve 2000'lerden metinler okuyoruz. Bu bizim medyaya bakışımızı, medyanın bizim aklımızı nasıl karıştırdığı üzerine ters ve sert köşelerden yapılan bir medya okur-yazarlığı tecrübesi yaşıyorsunuz. İkinci bölümde de 3. sayfa haberi okuyoruz. Çeşitli medya kaynaklarından ve basına yansıyan şekliyle anlamaya çalışıyoruz ve tabii ki anlayamıyoruz, kafamız karışıyor. Okuduğumuz haberleri nasıl izlediğimiz, neleri anladığımız ve anlamadığımız üzerine bir tartışma yapıyoruz. Parantezler açıp, biraz tabu olan inançlara, geleneklere dair değerleri, ahlakları yıkan, alt üst eden, kafa karıştıran sert tartışmalar bunlar. Sabahtan akşama kadar süren altı saatlik çok yoğun bir atölye.

 

“BEN ÇIRPINAN BİRİ DEĞİLİM”

 

- Çok sakin bir haliniz var ama mesleğiniz gereği hayata daha karşıt bir yerden bakıyor musunuz?

MİNE SÖĞÜT: Şöyle düşünün: denize düştüğünüzde çırpınmazsanız boğulmazsınız. Ben çırpınan biri değilim ama denize düştüğümün de farkındayım. Akıntıya uymak, oyunun parçası olmak benim için daha yorucu! Doğru olmadığını düşündüğüm şeylerin karşısında durabilmekse huzur verici. Başta ‘tutarlılık’ dedim ya bunu yapmak için şartları sağlamanız gerekiyor. Mesela benim iki tane çocuğum olsaydı ve çocuklarımın okul derdi, ekonomik yükleri ya da psikolojik sorunları olsaydı böyle bir hayat kurgulayamazdım kendime. Tutarlılık dediğim bu! Ben nasıl bir hayat yaşayacağımı düşünerek, tercihlerimi çok dikkatli yaparak, bu bir konforsa, bu konfora ulaştım.

 

- Akıllı bir kadınsınız!

MİNE SÖĞÜT: Akıl demeyelim de mantık diyelim. Tabii ki çok hata yaptığım oluyor. Karşıma tabii ki sorunlar çıkıyor ama bu sorunlar başkası yüzünden olmuyor. İnsan kendi hatalarını yaparsa toparlaması daha kolay oluyor. Ama toplum ya da sistem yüzünden, temel tercihleri yanlış yapmak yüzünden bir takım hatalar yaşarsa insan, o zaman toparlaması çok zor.

 

“YAŞAMA CİNSİYETSİZ BİR YERDEN

BAKMAYI TERCİH EDİYORUM”

 

- Kadın gözüyle yaşamı açmanızı istesem?

MİNE SÖĞÜT: “Kadın olarak” yaşadığını düşünen biri olmadığım için yaşama da kadın gözüyle pek bakamıyorum. Hatta özellikle cinsiyetsiz bir yerden bakmayı tercih ediyorum. Ben nasıl aile evinde bir birey olarak büyüdüysem, sonra kendi kurduğum hayatımın içinde de birey olmaya devam ettim. Bir diğer insanla birlikte yaşam yaşayacaksınız, onun kim olduğu çok önemli. Anne olacaksanız çok isteyip istemediğinizi, anneliğin getireceği yükleri, diğer isteklerinizin birbirleriyle kesişip kesişmeyeceğini düşünmeniz çok önemli. Temeldeki tutarlılık dediğim buydu. Hangi işi yapacaksınız, nasıl bir mesleğiniz olacak çok önemli. Bugünkü dünya düzeninde üç temel şey var: eviniz; kimle, nasıl yaşadığınız; anne ya da baba olup olmayacağınız ya da nasıl anne baba olacağınız ve ne iş yapacağınız? Bunları düşünüp, kendiniz belirlemeniz gerekiyor.

 

- İstanbul'dan Bodrum'a yerleşmeniz nasıl oldu?

MİNE SÖĞÜT: Ben 17 yaşımda tek başıma çıktığım ilk tatilde Gümüşlük’e gitmiştim ve ‘burada ölmek istiyorum’ diye döndüm. Sonra Bahadır'la ilk tatilimizi orada yaptık ve ilk biriktirdiğimiz parayla oradan arsa aldık. Bütün ömrüm boyunca hedefim oymuş gibi oldu.

 

- Bodrum'dayken bir şeyleri kaçırıyor hissine kapıldığınız oluyor mu?

MİNE SÖĞÜT: Hiç olmadı. İşim gücüm hep İstanbul'da, bir ayağım hep orada oldu.

 

“CANIM NE İSTERSE ONU YAPIYORUM”

 

- Yaptığınız her hareketi ‘bu bana yakışır mı?’ diye sorguluyor musunuz?

MİNE SÖĞÜT: Hiç sorgulamıyorum. Canım ne isterse onu yapıyorum. Ben ne yapacağımı bilmekten çok, ne yapmayacağım çok iyi bildim. İsteklerimi yapmayacaklarım üzerinden belirliyorum.

 

- İsteğiniz ne?

MİNE SÖĞÜT: Galiba sadece kolay ölmek istiyorum.

 

- Röportajlar yapıyorsunuz…bu sohbetler sizde neler hissettiriyor?

MİNE SÖĞÜT: Sohbet ettiğim, röportaj yaptığım kişinin sanki çekmecesini karıştırıyorum gibi gelir… Böyle bir şey yapmaya iznimiz var!

 

- Peki siz kendinizle röportaj yapsanız kendinize ne sorarsınız?

MİNE SÖĞÜT: Cevabı zor bir soru sordunuz. İnsanın kendi kendisine soru sorması kolay da başkası bana şunu sorsa diye düşünmesi o kadar kolay değil. Belki de bu yüzden “Kendinize sorduğunuz en zor soru ne?” diye sorardım. Buna bir cevap isterseniz de “Yalın ve derin bir ‘Neden?’ sorusu” derdim.

 

“AŞK” MESELESİNE DE ŞÜPHEYLE BAKIYORUM

 

- İlişkilere ve aşka dair düşünceleriniz nelerdir?

MİNE SÖĞÜT: Bir toplumun en büyük ve tehlikeli birimi devlet, en küçük ve tehlikeli birimi de ailedir. Aşka ve ilişkilere bu perspektiften bakan biriyim. Mülkiyet ve mahremiyet kavramlarının aslında faşizmi besleyen sorunlu kavramlar olduğunu düşünen biriyseniz ikili ilişkilerde sistemin romantize ettiği “aşk” meselesine de şüpheyle bakmanız gerekir. İki insanın ilişkisi aile ve devlet yapısı içinde rasyonelize edilen mülkiyet zehrini yenilip yutulabilir yapmak için şekerlendiren bir tuzaktır aslında. Ancak tam bağımsız bireylerin birbirlerine hiç tahakküm uygulamadan ve “başkası ne der” demeden yaşayabileceği samimi bir ilişkinin içindeki aşkı önemsenebilir bulurum.

 

- Sokak köpeklerine dair fikrinizi merak ediyorum?

MİNE SÖĞÜT: Bu sefer ortada siyasi değil külliyen insani bir mesele var. O yüzden iktidarın gaddarlığını alt etmek için birleşmek ve direnmek çok daha kolay ve etkili olacaktır. Son 20 yılda bu ülkede pazarlanan korkunç politikalarla gelinen şu noktada cehaleti kendisine bayrak yapan bir zihniyete karşı direnmek tüm hayvanların “can” olduğunu, ne yapıp edip anlatmak ve bu korkunç kalkışmayı engellemek zorundayız.

    

SOHBETTEN İZLENİMLERİM

 

- Asi ve daha sert bir karakter beklerken, dingin, özgüvenli, huzur veren biriyle karşılaştım.

- Analiz yeteneği çok yukarılarda bir yazar.

- Sözünde duran, dakik ve disiplinli.

- Delici bakışlara sahip, tabii ardındaki zeka ve algının sonucu.

- Ne istediğini ve hatta ne istemediğini bilen biri.

    

İKİLİ SEÇENEKLERDEN BİRİNİ SEÇİN

 

- Yürüyüş-Koşu: Yürüyüş

- Sıkılmak-Sabretmek: Sabretmek

- Susmak-Konuşmak: Konuşmak

- Dans Etmek-Oturmak: Dans etmek

- Klasik-Modern: Klasik

- Dobra-Politik: Politik

- Samimi-Mesafeli: Samimi

- Uykucu-Uykusuz: Uykusuz

- Sakin-Heyecanlı: Heyecanlı

- Kitap-Dergi: Kitap

- Doğa-Konfor: Doğa

- Kedi-Köpek: Hepsi

- Güneş-Yağmur: Güneş

- Çay-Kahve: Çay

- Et-Ot: Ot

- Disiplinli-Rahat: Disiplinli

- Unutur-Affetmez: Unutur

- Tatlı-Tuzlu: Tuzlu

- Çin Yemeği-İtalyan Yemeği: İtalyan

- Şarap-Rakı: Rakı

- Esprili-Ciddi: Espirili

    

KİMLİK

 

- Burcu: İkizler.

- Okuduğu okullar: Kadıköy Kız lisesi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Latin Dili ve Edebiyatı.

- Bekar-aile: Bahadır Baruter’le evli ve çocuksuz.

    

YÜZDE YÜZ

 

- Senin için yüzde yüz tek gerçeklik nedir?: Ölümlü olduğumuz.

- Yüzde yüz olmak istediğin yer neresi?: Şu anda da olduğum yer, Gümüşlük.

- Yüzde yüz güvendiğin kişi?: Bahadır.

- Yüzde yüz bilmek istediğin şey? (kimsenin bilmediği ve senin öğrenmek istediğin bir şey): Neden varız?

    

KİMSİN?

 

- Kimin beyninde olmak isterdin?-düşüncelerini merak ettiğin-: Kötü insanların.

- Kimin gözleriyle dünyayı görüp, algılamak isterdin?: İyi insanların.

- Bir roman kahramanı olsan hangisi olurdun?: Uzun çoraplı kız Pippi.

    

- Az kişi bilir ben ….. biriyim: Herkes benim nasıl biri olduğumu bilir. İçim dışım birdir.

    

MANEVİ ANLAMDA YAŞAMDAN

 

- Kazandıklarım: Şahane arkadaşlar.

- Yatırımlarım: Aklım fikrim.

    

SANA DAİR KISA KISA

 

- Yazar olmasan ne olmak isterdin?: Yazar olmasam taksi şoförü olmak isterdim. Hala da şansım var bence…

 

- 20 yıl önceki haline döndün, ona ne öğüt verirdin?: 30 yıl önceki halime… Şu sıralar internette görüp çok güldüğüm bir parodi var. Kadın çocukluğuyla karşılaşıyor ve ona heyecanla “Dolar al! Dolar al!” diyor. Şaka bir yana ben “Rahat ol” derdim. “Çünkü hiçbir olayın sonunu görmeden iyi ya da kötü olduğunu bilemezsin. Ve maalesef hiçbir şeyin sonunu da göremeyeceksin”.

 

- Hayat motton varsa nedir?: Korkusuzluk.

    

İYİ Kİ…

 

- İyi ki yapmışım: İyi ki çocukluğumdan beri hayal ettiğim çoğu şeyi yapmışım.

- İyi ki kabul etmişim: Küçük, büyük ya da zor veya kolay demeden sevdiğim, zevk aldığım her işi kabul etmişim.

- İyi ki başladım: İyi ki oyun yazmaya başladım.

- İyi ki yapmamışım: İyi ki sevmediğim ya da doğru bulmadığım hiçbir işi yapmadım.

2024-06-22T11:21:07Z dg43tfdfdgfd