HADI GEL öZüMüZE GERI DöNELIM

ALAÇATI Ot Festivali’nin bu yıl 17’ncisi yapıldı.

 

Ben de davetli olarak 3 gün boyunca Alaçatı’da bu havayı solumaya çalıştım.

Öncelikle, çiçeği burnunda Belediye Başkanı Lal Denizli ve ekibini, göreve geldikten sadece 18 gün sonra gerçekleşen bu etkinliği bu kadar kısa sürede organize edip hayata geçirdikleri için kutluyorum.

Belki ekonomik nedenlerden…

Belki havanın kapalı ve zaman zaman yağmurlu olmasından…

Belki kısıtlı zamanda tam arzulandığı gibi duyurulamamasından…

Belki de Adana Portakal Çiçeği Karnavalı ile aynı tarihe denk gelmesinden kaynaklı o bir zamanlar Türkiye’nin dört bir yanından gelen tur otobüsleri nedeniyle İzmir-Çeşme Otoyolu’nun kilitlendiği eski kalabalık olmasa da ilgi yine de büyüktü.

Stantlarda her türlü ot ve o otlarla yapılan lezzetler başta olmak üzere ne ararsanız vardı.

Yarışmalar, edebiyat buluşmaları, sergiler, konserler, söyleşiler, tadımlar, şeflerle yemek atölyeleri, çocuklara yönelik aktiviteler vs. yine dopdoluydu.

Etkinliğin ‘öze dönüş’ sloganı ile ‘şevketi bostan’ olarak belirlenen teması da bana çok sempatik geldi.

Öze dönüş, yani gerçek kimliğini bulma yolculuğu…

Güzel bir tanımlama ama öyle kolay yapılabilecek bir şey değil.

Öncelikle şunlara karar vermek lazım:

Alaçatı kim/ne olduğunu unuttu mu?

Yoksa, kim/ne olduğunu hatırlamak mı istiyor?

Ya da kim/ne olduğunu bulma-keşfetme niyetinde mi?

Bizler bugüne kadar hangi misyonla birlikteydik?

Bundan sonra ne olacak?

Peki, bu yılki festival değişimin sinyallerini ver(ebil)di mi?

Çeşme’nin, Alaçatı’nın şu anki kimliği ne?

Bunu yeni yerel yönetimin vizyonu mu, Çeşmeli’nin yaşam şekli mi, Çeşme’nin konumu mu belirleyecek?

Ne yazık ki bu 3 günlük süreçte Lal Hanım’la selamlaşmanın dışında bir araya gelemediğimiz için ‘öze dönüş’ çağrısı ile neyi kast ettiğini ilk ağızdan duyma imkanımız da ol(a)madı.

Dediğim gibi, ‘öze dönüş’ kulağa güzel geliyor ama içi de dolu olmalı.

Tema olarak belirlenen otlara gelince…

Bence o otları da daha iyi anlatıp tanıtmak, klasiğin yanı sıra damaklarda patlama yaratacak formda lezzetlerle sunmak gerekiyor.

Adana gibi ses getirmek, ünlü simaları yeniden Alaçatı’ya çekmek, medyada daha görünür olmak, uluslararası boyuta geçmek istiyorsak şimdiden kolları sıvamak gerekiyor.

Bu festival bu haliyle daha fazla büyümüyor.

Aynı şey Çeşme Festivali için de geçerli.

İnanıyorum ki Lal Başkan önündeki süreyi en iyi şekilde değerlendirecek ve bizler eylülde bambaşka bir festival için yeniden Çeşme’de buluşacağız.

 

///

 

Madalyonun iki yüzü

 

GEÇTİĞİMİZ haftaya damga vuran olaylardan biri, restoran, lokanta ve kafelerdeki yüksek fiyatları protesto için yapılan 2 günlük boykottu.

Ben bu süreçte Alaçatı Ot Festivali nedeniyle Çeşme’deydim.

Diğer yerlerde bu eylemin nasıl ses getirdiğini tıpkı sizler gibi ben de medyadan takip ettim.

Ama Çeşme ve Alaçatı’da boykotun emaresine rastlamadım.

Her yer yine ağzına kadar doluydu.

Öyle ki kimi mekanlarda insanlar oturmak için sıra bekliyordu.

Fiyatlar mı?

Tabii ki Alaçatı ve Ot Festivali tarifesindeydi.

Rakamlardan şikâyet eden de vardı, her gün her şeyin fiyatı değiştiği için normal karşılayan da vardı.

-İstisnalar bir yana- Tüketici açısından bakınca tablo çok da kabul edilebilir değil.

Zira bu fiyatlarla 4 kişilik bir ailenin bir yerde oturup yiyip içmesi-eğlenmesi, hele hele bunu ayda birden fazla yapabilmesi neredeyse imkânsız.

Gelelim madalyonun diğer yüzüne…

Eleştiri oklarının hedefindeki esnafa…

İzmir’in en eski lokantalarından Adil Müftüoğlu Uğur Lokantası’nın 3’üncü kuşak işletmecisi sevgili dost Alpay Okyay’a bu boykotu nasıl değerlendirdiğini sordum.

Okyay, fiyat artışlarının sorumlusunun kesinlikle kendileri olmadığını söyledi.

Enflasyon, vergi yükü ve zam furyasının sektörün bileşenlerini ezdiğini belirten Alpay Okyay, yapılan eylemi doğru bulmadığını kaydetti.

“Bugünkü ekonomik koşullarda bu tarz eylemler yerine hem işletmecileri hem de misafirlerimizi makul olmaya davet ediyorum” dedi.

Ben de boykot yerine ne önerdiğini sordum.

Söylediği özetle şu:

“Devletimiz üretime önem verip doğru vergi politikaları belirlerse, esnafımız da bu süreçte biraz daha makul fiyatlandırma yaparsa bu dönemi anlatabiliriz.

Bir diğer konu, fiyat tarifeleri. Mevcut tarifelerde azami fiyat belirtiliyor. Artık bu sistem değişmeli.

İlgili odalar her yemek için taban ve tavan fiyat belirlemeli.

Böylelikle tüketici taban fiyatın altındaki ürünün sağlıksız, tavan fiyatın üstündeki ürünün de sakıncalı olduğunu görür.”

Bu arada…

İzmir Sanayici ve İş İnsanları Derneği (İZSİAD) Başkanı Hüseyin Cengiz de esnafı hedefe koyan bu tür eylemlere karşı olduklarının altını kalın çizgilerle çizdi ve…

“Gıda fiyatlarındaki hızlı artış, çalışan ve girdi maliyetlerindeki aşırı yükselme bu sonucu getirdi.

Boykot kararı fiyatların düşmesine çözüm olmaz, sadece bu sektörde çalışan binlerce kişiyle zarar verir.

Elbette bu artışları fırsat bilerek astronomik fiyat yükselten işletmelere gereken cezalar verilmeli.

Ancak gıda fiyatlarındaki bu artışlar devam ederken kafe, restoran ve lokantalar bunun tek sorumlusu olarak değerlendirilemez” görüşünü dile getirdi.

Madalyonun bir yüzünde vatandaş, diğerinde esnaf var.

Benim önerim her iki tarafın da empati yaparak makul noktada buluşması.

Ne biz dışarıda bir şeyler yiyip içmekten vazgeçelim.

Ne de kimi esnaf ‘fırsat bu fırsat’ diyerek bizi kazıklasın.

2024-04-25T01:23:26Z dg43tfdfdgfd